15 Ocak 2012 Pazar

Doğunun Limanları ve Mutant


Amil Maalouf'un Doğunun Limanları romanını (Yapı Kredi Yay.) yeni bitirdim. Tadı damağımda kalacak bir yemek gibiydi. Adeta bir obur gibi okudum, elimden bırakamadan, bir solukta. Roman İstanbul'da başlayıp doğunun liman şehirlerinden geçerek Paris'te noktalanıyor. Roman demem dil ve uslup açısından hakaret olur artık; öylesine akıcı ve sade ki. Böylesi güzel bir çeviri için Esin Talu Çelikkan'a da teşekkür etmemiz gerekir. İkisini de şapkamızı çıkarıp selamlayalım öyle ise.

Romanın içine girmeyeceğim, onu size bırakıyorum. Sadece kısa bir parçasını ödünç alıp buraya aktarayım:

'' ... düşlediği dünya, sadece kibar ve cömert, son derece güzel güzel giyinmiş, hanımları nezaketle selamlayan, ırk , dil ve din farklılıklarını ellerinin tersiyle iten, fotoğrafçılığa, uçaklara, sinematografiye çocuklar gibi merak salan insanların yaşadığı bir dünya...'' (s. 40).

 Bu yazıyı tekrar tekrar okuyunca şanssız bir çağda yaşadığımı hatırlıyorum; önümde arkamda, hatta aynada bile insanlara bakınca tek gördüğüm kendine düşmüşlük. Ne dış dünyayı değiştireceğini hayal eden gençler var artık, ne de iç dünyamızı aydınlatan büyük düşünürler. Yazıdaki betimleme de zaten 19. yüzyılın ikinci yarısına heveslenen, ama sonunda büyük felaketlere gebe olacak 20. yüzyılın ilk çeyreğinden çıkıp geliyor. Yaşar Kemal'den de duymuştum, 19. yüzyılın ikinci yarısındaki o görülmemiş insanlığı ve insancıllığı. Daha fazlasını araştırmadım, ama yaşadığımız dönemin paradigmalarını şekillendiren büyük bilimcileri, yazarları, feylozofları vesaire hep bu dönemden çıkmış ya da beslenmiş gibi geliyor bana.

19. yy. sonu sosyal evrimimizdeki güzel bir dönem olsa gerek, umudum tekrar etmesi tabi. Sadece iyimserliğimi okumayın bu son cümlemdeki; nesnelce, insanı ve onun sosyal yapısındaki değişimlerin doğal olduğunu ve hep olacak olduğunu söylememi de okuyun. Nasıl canlıların fizyolojik evrimlerini görmemiz zor ve sağduyumuza karşı ise; daha kısa dönemde gerçeklese bile etik değerlerimizin, sosyo-ekonomik yapımızın, hatta dillerimizin değişimlerini görmek de zordur. Sosyal değişim örgülerini yakalamak ciddi çalışmalar ve cesaret gerektirir. En başında da tarihte kalmış kitapları eleştirel okumak.

Sözü burada başka bir yere getireceğim. Bu aralar okuduğum başka bir kitaba. Tarihi kitapların içinde, kah isteyerek kah istmeyerek, kaydedilmiş insan mutasyonlarını inceleyen ve onları günümüz genetik bilgileri ile yorumlayan Armand Marie Leroi'un Mutant isimli kitabından bahsediyorum (Viking Yay. - inglizce). İçinde sizi şaşırtabilecek neler var neler: 3 göğüslü kadınlar, albino afrikalılar, baştan aşağı kıllı insanlar, vesaire vesaire. Günümüzdeki efsanelerin sadece hayal ürünü olmadığına dair nice tarihi dökümanı harmanlamış Leroi. İnsan genetiğine, evrime ya da tıba ilgisi yüzünden merak salmış herkesin okumasını önerdiğim popüler bir kitap. Ah keşke ingilizcem yeterli olsa da bu kitabı çevirebilme hayalleri kursam (sahi, ingilizce ve diğer dil yaralarıma dokunan bir yazı yazmalıyım en kısa zamanda).

Tuna boyundan sevgilerle,

Murat Tuğrul

4 Ocak 2012 Çarşamba

Kadın Azmağı'nın o turkuaz rengi



Şöyle bir mazi yazılarıma göz atarken aşağıdaki metne rastladım. Mayıs-Haziran 2002 tarihli “DENİZ MAGAZİN” dergisinde (s.94-97) yayınlanmış. En zevkli, en renkli sualtı maceralarımı içeren küçük bir projenin yazısı. Kadın Azmağı'nın o turkuaz rengi hala aklımda. "Ey mazi..." deyip buraya aktarayım. 

‘Gökova’nın o eşsiz güzelliğine hayran kalmamak mümkün mü?’ eminim ki bu 
sözleri Gökova’ya her gidişinizde sizlerde içinizden geçiriyorsunuzdur. Aracınızın 
torosların o ünlü virajlarından biriyle boğuşurken karşınıza çıkan o eşsiz ahenge; 
deniz ve Gökova’nın kol kola sergilediği doğa resitaline sessiz kalmamak mümkün 
bile değil. 

Otobüsümüz sabahın erken saatlerinde, güneşin dağların arkasından yeni 
süzüldüğünde varıyor Gökova’ya. Ben hala uykuluyum, birazda bunun etkisiyle 
atamıyorum üzerimden şaşkınlığı. Neyse ki bizleri, ODTÜ-SAT dalgıçlarını, 
karşılamaya gelen Serdar ve Thomas’ın güler yüzlü, şence hoşgeldinleri beni 
kendime getiriyor. 

Gökova-Akyaka’ya gelme maceramız öncelere dayanıyor; bir ay öncesine. Gökova- 
Akyaka’yı Sevenler Derneği’nin gönüllüleri Kadın Azmağı Çayının diplerindeki 
çöpleri temizleme projelerini Sualtı Derneği ile paylaşıyorlar. SAD da bu haberi 
ODTÜ Sualtı Topluluğunun cengaveri İsmail Çifci’ ye iletiyor. Ve topluluk içinde 
yoğun bir çalışma başlıyor o andan itibaren; kaç kişinin katılması gereken bir etkinlik 
olacağı, dalgıçların hangi eğitimleri almış olması gerektiği  belirleniyor. Ve en 
sonunda ortaya 7 kişililik bir ekip çıkıyor: Emre Kolaç, Serkan Erdemli, Murat 
Tuğrul, Çiğdem Bayçay, Mert Aygen, Deniz Tok ve Alper Güner. Yaptığımız 
etkinlik öncesi toplantılarında neler yapacağımız tartışıyoruz, yapılması gereken 
araştırmalar teknik sorumlumuz Emre tarafından bizlere paylaştırılıyor. Artık herşey 
yolculuğa hazır gibi, tabii eğer herşeyden önce sağlık deyip olduğumuz tetanoz 
aşılarını sayarsak! 

Yola Cuma akşamı çıkıyoruz. Cumartesi erken saatte ordayız. İlk olarak 
konaklayacağımız otele gidiyoruz, hızlı bir şekilde odalara yerleştikten sonra biz 
kahvaltıya inerken Emre ve Alper limana, emektar kompresörümüz  ile tüp basmaya 
ve de dalışlar öncesi son planları gözden geçirmeye gidiyorlar. Biz kahvaltıdan sonra 
hiç zaman kaybetmeden limana gidiyoruz. Emre bize gözden geçirdiği planı 
anlatıyor, daha öncede düşündüğümüz gibi dalışa azmağın denizle birleştiği 
noktadan 1,5 km yukarıdan başlayacağız, pancar motorlu küçük bir tekne bizi 
dalışlar sırasında arkadan takip edecek, çıkarılan çöpleri sürekli tekneye düzenli bir 
şekilde ulaştırılırken teknede bize yardım edecek arkadaşlar bize sürekli çöp 
doldurmak için fileler verecekler. 

Tüpler basıldıktan sonra arabalarla dalışa başlayacağımız noktaya gidiyoruz. Gerekli 
bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra kıyıdan suya giriyoruz. Akıntının etkisi 
dışarıdan göründüğünden daha fazla, insanın yerinde durması için bile aşırı bir güç 
sarf etmesi gerek. Bütün OKler alındıktan sonra dalış başlıyor, herşey planlandığı 
gibi ilerliyor, maksimum 6m de 50 dak. 350 m lik  bir tarama sonucu 5 battal boy 
çöp torbalarını dolduracak çöp çıkarıyoruz. İlk dalış sonrası herkesin yüzündeki 
şaşkınlık görülmeye değer; İnanılmaz derecede berrak ve temiz bir akarsudan bu 
denli fazla ve de çeşitli (plastik-cam şişeler, konserve kutuları, halı parçaları, inşaat 
malzemeleri vb.)  artık çıkacağını kimse tahmin edemezdi. Öğle yemeği ve tüp 
basımından sonra ikinci dalışlarımızı yapıyoruz. Bu sefer sonuç maksimum 7 m de 
45 dakikalık 400 m lik bir tarama sonucu 7 çöp torbası. 

İlk gün akşamı Akyaka’nın şirin restorantlarından birindeyiz, oradaki iki gün 
boyunca yediklerimiz ve kalacak masraflarımız Akyaka’nın gönüllü esnaflarından 
karşılanıyor, böylelikle onlardan bu etkinliğe bir katkıda bulunmuş oluyorlar. Yemek 
boyunca Serdar , Thomas ve Derneğin Başkanı Heike ile sohbetler ediyoruz. Thomas 
ve Heike çifti oniki senedir Gökovada yaşıyorlar, artık bizlerden biri gibiler, her ikisi 
de Gökovayı daha nasıl güzelleştiririz diye çaba sarf ediyorlar. Serdar Bey işini güzel 
Gökovaya taşımış, vaktinin büyük bir kısmını dernek faaliyetlerinde bulunarak 
geçiriyor. Sohbet sırasında, dalışlar hakkında onlara bilgi veriyoruz; daha çok ne tür 
atık bulunduğunu, bunların nereden kaynaklanmış olabileceğini konuşuyoruz. 
Onlarda bizlere Gökova için planladıkları diğer çevre faaliyetlerinden söz ediyorlar. 
Yer yer gülüşler yer yer ciddi sohbetler eşliğinde leziz yemeğimizi yedikten sonra 
izin isteyip otele gidiyoruz, nede olsa yarın dalış var ve dinlenmemiz gerek.     

Ertesi gün daha erken bir saatde başlıyoruz dalışlara, dalışlar max. 6 m. de  sırasıyla 
50 dak. 400m. ve  45 dak. 350 m. lik taramalarla limana ulaşıyoruz. Bu iki dalışta 
toplam 15 cop torbası atık ve de tekneye zor sığdırdığımız tekne artıkları 
sergilenmek ve de teşhir edilmek üzere limanda bir bölgede toplandılar, böylelikle 
böylesi bir projenin yapabileceği en verimli şey olan halkı bilinçlendirme tarafı 
gerçekleşmiş oldu. 

Son gün akşamı yine Akyaka’nın güzel bir restorantındayız, geçen iki günün 
muhakemesi yapılıyor, geleceğe dönük planlar oluşturuluyor. Ama ne yazık ki kısa 
sürüyor bütün bunlar çünkü bizlerin yetişmesi gereken bir otobüsü var.    Gelecekte 
yapılacak ortak etkinlikler düşünülerek karşılıklı iletişim adresleri alınıyor. 

Vedalaşmalardan ve de malzemelerimizi otobüsümüze yükledikten sonra Ankara’ya 
yola çıkıyoruz. İçimizdeki deniz hasreti şimdiden başladı bile. Mola yerinde bu güzel 
etkinliği daha da geliştirmeyi, hatta yurt çapına yaymayı  Ankara’ya gider gitmez 
yapacağımız ilk iş olarak belirliyoruz. Sloganımız bile hazır ‘ Haydi Denizsiz Kentin 
Dalgıçları! Çıkaralım Şu Çöpleri Sularımızdan....’